Mutluluk,
TDK sözlüğünde “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan
kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık, saadetlilik” olarak
tanımlanmakta olup, şimdiye dek sayısız değişik tanımları yapılmış görece ve
göreli bir kavramdır. Ve kısaca mutluluk gerek kavram gerekse anlam olarak
herkese göre değişmektedir. Dolayısıyla mutsuzluk ifadesi de mekâna, koşullara
ve kişiye göre değişiklik göstereceği de aşikârdır. Bu değişik anlamlandırmanın
insanların birbirlerini anlamalarında zorluklarla karşılaşmalarına üzülmelerine
mutsuz olmalarına neden olacağını söylemek zorundayım. Niçin hep telâş,
ümitsizlik, endişe içinde yaşıyoruz? Niçin kendimize ve başkalarına baskı
yapıyor ve üzüyoruz? Bununla birlikte Niçin küçük mutluluk kırıntılarıyla
yetinmek zorundayız? Niçin mutlu olamıyoruz? Yanıt oldukça basit; gerçekleri
anlamamız bazen güç oluyor, kabul etmemiz neden bu bana oluyor dediğimizde
çevremize bakmamamız güz oluyor. Her şeyden öte kendimize bunu yakıştıramamamız
güç oluyor. Oysa işini kaybetme, sevdikleri tarafından terk edilme, iyileşemez
hastalığa yakalanma ve bunun gibi yüzlerce olay hayatın içerisinde hep var ve
bunları kendi yaşamları içinde sırtlamış götüren insanlarda vardır. Bunlar
birer olası ve herkes için geçerlidir. Herhangi bir konu veya bir kişiye karşı
duyduğumuz olumsuz hissiyatlarımız ya da duyduklarımız, geçmişte yaşadığımız ya
da duyduğumuz olayların bıraktıkları kötü etki ve yaraların sonucudur. Bu
duygusal yaralar, insanları anlamamıza, sevmemize, kabullenmemize mani olucu
faktörler olarak beynimizi sarar ve mutluluğumuzu tehdit eder. Kendimizi, bu bitirici,
tüketici duygu ve düşüncelerimizin yararsızlığına hatta zararlı olduğuna ikna
ettiğimiz derecede mutluluğa doğru yürüyeceğimizi bilmek ve düşünmek zorundayız.
Gereksiz üzüntü kaygı ve korkuların sahip olmamız gereken neşe ve mutluluktan
bizi mahrum ettiğini görmeyecek kadar kör olmamız, hayatımızı yaşantımızı nasıl
olumlu değiştirebilir ki.
Koşullar
ne olursa olsun yaşamımızın her anının tadını çıkartacak, sevmek ve sevilmenin
özgürce hazzını yaşatacak duygu ve akıl dengesini kurarak mutluluğun sırlarını
bulmaya çalışmayı, paranın, makamın, şöhretin önüne geçiren yüksek bilince nasıl
ulaşacağız.
1.
MUTLULUĞUN ANAHTARI ŞÜKÜRDÜR
Bazı
insanlar zengin olurken bazıları fakirlik hayatı ile kuşatılır. Kimileri şan ve
şöhrete kavuşurken kimileri yerlerde sürünür. Veya kimi insanlar ıstırap ve
yoklukla boğulurken her şey birden bire tersine döner. Ya da her şey doğru
giderken malları çocukları eşleri işleri koparılır dünyadan. Hepimiz bu
gerçeklerden en az birini yaşadık yaşıyoruz ya da yaşayacağız. Ya kızgın kumlar
sert kayalar arasında bir damla suya muhtaç iken her tarafa kök salan her
tarafa tutunarak bir zerre su bulma umuduyla ve her türlü hava koşullarına
direnç gösteren bir ağaç gibi yetişeceğiz ya da yağ bal ve kaymak üzerinde
tatlı meltemler altında yeşeren boy atan bir ot olup sonrada en ufak bir
değişiklikte çürüyüp gideceğiz.
Birçok
insan azami gayret gösterir çalışır didinir yırtınır kiminin elindeki nimet katlanırken
kiminin ise elinden alınır. Acaba biz çabalarımızla mı kazanıyor yoksa
çabamızla mı kaybediyoruz? Peygamberimiz bu soruya şöyle cevap veriyor; “Nimete
teşekkür nimetin gitmesine karşı bir garantidir.”
İyilik yaptığımız ve nankörlükle
karşılaştığımız kişilere dönüp bir daha bakar mıyız? Birde ihaneti yaşamışsak… Nankör
insan iyiliğin değerini idrak edemeyen, ayaklar altında sürünmeye layık
insandır. Burada yapılması gereken nimetin elinde bırakılmasını istiyorsan
ihsan edene şükretmesini bilmektir. Dünyalar kadar mücevhere değişmeyeceğimiz
organlarımızın rabbimizin bize birer hediyesi olduğunu neden düşünmüyoruz? Bir de özel nimetleri düşünelim. Sevimli bir
eş ve güzel çocuklara kavuşturulanlar... Zenginlik ve şerefle donatılanlar...
Nice nankör insanların ellerinden bunlar parça parça edilerek alınmıştır.
Güzelliğine şükredenin güzelliği gün be gün artarken zekâsına teşekkür
etmeyenin bir gün beyni durabilir. Güzel konuşabilmesine şükretmeyenin bir gün
dili tutulabilir. Çok şükür ki şükredebilme kabiliyeti olan varlıklar olarak
yaratıldık.
2.
TEMBELLİK MUTLULUĞUN İSRAFIDIR
Tembellik
mutluluk ağacını baltalayan keskin bir balta gibidir, durdurmazsanız
mutluluğunuzu kökünden devirir ve bedbaht oluverirsiniz farkında olmadan.
Tembelliğin kötü bir şey olduğunu biliriz ama tembel olduğumuzu da kabul
etmeyiz nedense… Tembellik sadece bedensel olmaz zihinsel tembellikte söz
konusudur. Oysa her ikisini birden çalıştırmak gerekir. Dinlenmek sebebiyle
uzun oturmak, televizyon seyretmek dedikodu yapmak vb. işlerle meşgul olmak
tembellik tuzağına düşmektir ve mutluluğun israfıdır. Oysa hayat hareketlilik üzerine kuruludur.
Tembellik insanın başına bakın neler açıyor; tembel hareketsiz insanın
vücudunda zehirli maddeler birikir, dokular yağ bağlar, hücrelere oksijen ve
besin gerektiği gibi dağıtılmayınca vücut hızla yaşlanır ve çöker. Zihinsel
tembellik ise aktif doğru düşünmeyi zihin kontrolünü ve muhakeme gücünü
zayıflatır. Hafızanın gerilemesiyle zekâda geriler ve zihinsel bağlantıları
gerektiği gibi kullanamayan insan diğer aktiviteleri de kaybeder. Oysa tüm
bunların olmaması yani aktif bir şekilde çalışmak bedenen bir mutluluğa yol
açarken bir işi yapmanın başarmanın vermiş olduğu büyük haz mutluluğun
dayanılmaz hafifliği paha biçilmez bir kazanımdır.
3.
GÜZELLİĞİ KEŞFETMEK İÇİN MUTLULUĞA BİR
BİLET
Hiçbir
şey yaratılışı, doğası, özü itibariyle çirkin değildir. Kuşlar, kediler,
köpekler, böcekler, çiçekler, ağaçlar… Ama her şey özü itibariyle olduğu gibi
yaratılış şekliyle güzeldir. Yılanın sokması kötüdür varlığı değil. Üzümden
yapılan şarap kötüdür üzüm değil. İnsanı ısıtan yemekleri pişiren ateş iyidir
ama ormanı yakan değil. Bir bahçede sineklerde vardır kurumuş solmuş çiçeklerde
ama biz o bahçede sarı kırmızı çiçekleri görür muhteşem kokularını koklarsak
sizce diğerlerini umursar mıyız? Hz. Peygamber ashabıyla beraber yürürken yol
kenarında bir köpek ölüsüne denk gelirler. Sahabelerden bazıları manzara
karşısında "Bu leş ne kadar da pis kokuyor" demekten kendilerini
alamazlar. Bu durum karşısında Allah Rasûlünün tepkisi ise hayli farklı olmuştur:
"Köpeğin ne güzel dişleri var!" Sanırım burada alınması gereken mesaj
güzel bakan güzel görür. Bir nesnenin çirkin tarafına odaklanıp onu çirkin
nitelendirebileceğiniz gibi güzel tarafına odaklanıp güzel olarak da
nitelendirebilirsiniz. Önemli olan güzel görmenin yolunu bulmak… Güzel görmek
için elinizde iki yöntem var.
1.
Nesneler arasında güzel olanları görmek.
2.
Bir nesnenin güzel yönlerini görmek.
4.
Mevlana’nın
dediği gibi “Kardeşim sen düşünceden ibaretsin, Geriye kalan et ve kemiksin, Gül
düşünürsen gülistan olursun, Diken düşünürsen dikenlik olursun.” Acınızı
sevince dönüştürerek olumlu düşünerek ondan intikamınızı alın ki acılar
yüzünden tüm sağlığınız yitip gitmesin. Huzurun dışarıdan geleceğini sanmayın.
Onu ancak siz kendi içinizde üretebilirsiniz. Huzur maddi değil, duygusal bir
olgudur.
2 yorum:
Süper bir yazı olmuş ve o kadar güzel örneklerle anlatmışsınızki kaleminize emeğiniz e sağlık hocam 👍🏻👍🏻👏👏
Huzur maddi değil duygusal bir olgudur...
Yorum Gönder