İletişim
araçlarındaki ve iletişimdeki mevcut gelişme, dünyamızın çeşitli kültürler,
ırklar, dinler ve ideolojiler içerdiğini daha açık bir şekilde ortaya
koymaktadır. Küreselleşmeye ve homojenliğe yönelik eşlik eden çabalarına
rağmen, dünyamız hala çoğulcu bir yapıdadır. Hoşgörü temel bir kavram
olup, çoğulcu bir toplumun oluşmasında bir ön koşuldur. Bunun yanı sıra çoğulculuğun
bakış açısına göre, çeşitli dini, kültürel ve ideolojik beklenti ve taahhütleri
olan bir toplumda insanların eşit haklara sahip olduklarının altının çizilmesi
gerekmektedir. Bu sebeple hiçbir toplumda hiçbir zaman değişmeyen ve semavi
kutsallıkla bezenmiş, zaman zaman unutsak ta dünya durduğu sürece korunacak ve özellikle
4 kutsal kitaptan süzülen değerleri yeniden ele almayı, bu ve sonraki
yazılarımda amaçladım.
4
kutsal kitabın birçok yerinde bahsettiği ve mutabık kaldığı değerler; Alçakgönüllülük,
Tefekkür etmek, Tevekkül, İftiradan çekinmek, Gösterişten ve iki yüzlülükten
kaçınmak, Sevginin önemi, Güzel söz söylemek, Söylenen öğütlere uymak, İyilik, Bağışlayıcı
olmak, Cimrilikten kaçınmak, İnfak etmek, Şükretmek, Öfkeden uzak durmak, Dua
etmek, Tövbe etmek, Sabırlı olmak, Yalan söylememek, Zina yapmamak, Hırsızlık
yapmamak, Anne-Babaya güzel davranmak. Bu yazımda Alçakgönüllülüğü yazacağım.
624
yılında yapılan Bedir savaşında Hubab bin.Munzir isimli sahabe İslam ordusunu
en uzak su kuyularına yerleştirmesinin yerine en yakın su kuyularına yerleşerek
diğerlerinin kapatılmasının düşmana karşı üstünlük kazanılacağını
peygamberimize söylemesi neticesinde her yönüyle örnek alacağımız peygamberimiz
sahabenin dediğini uygulamıştır. Bu taktik savaşın gidişatında çok fayda
sağlamıştır. Peygamberimiz hiçbir zaman “sen ne karışıyorsun”, “sana mı kaldı”,
“aklını kendine sakla” dememiştir.
“Kibir
bele bağlanan taş gibidir, onunla ne yüzülür, ne de uçulur.” der Hacı Bayram-ı
VeIi.
“Bazı
insanlar alçakgönüllüdür. Bazıları ise, alçak olmaya gönüllüdür” diyor Necip
Fazıl.
Fransız
yazar Andre Maurois ise “Büyük adam büyük olduğunu; fakat büyüklüğün, küçüklük
olduğunu bilir.” der.
Dört kutsal kitap da bu hususta hemfikirdir
ve uzlaşmaktadır. Şöyle ki;
Kuran-ı
Kerim
İsra
suresi 24.ayette mealen “Onlara merhametle ve alçakgönüllülükle kol kanat ger. "Rabbim!
Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara
merhamet göster" diyerek dua et.”
Araf
suresi 206.ayette mealen “Rabbinin katında bulunanlar bile O’na kulluk etmek
hususunda kibre
kapılmazlar, O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.”
Secde
suresi 15.ayette mealen “Âyetlerimize gerçekten iman edenler ancak o
kimselerdir ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve
rablerini hamd ile tesbih ederler.”
Bakara
suresi 206.ayette mealen “Ona, "Allah’tan kork!" dense gururu kendisini
günaha sürükler. Ona cehennem yeter! Orası ne kötü bir yataktır!”
Zebur
Mezmurlar
Bölüm:37:11 “Ama alçakgönüllüler
ülkeyi miras alacak, Derin bir huzurun zevkini tadacak.”
Süleyman'ın
Özdeyişler Bölüm:8:13 “RAB'den korkmak kötülükten nefret etmek demektir. Kibirden,
küstahlıktan, Kötü yoldan, sapık ağızdan nefret ederim.”
Süleyman'ın
Özdeyişler Bölüm:16:18 “Gururun ardından yıkım, Kibirli ruhun ardından da düşüş gelir.”
Tevrat
Sefanya
Bölüm:2:3 “Ey RAB'bin ilkelerini yerine
getirenler, Ülkedeki bütün alçakgönüllüler, RAB'be yönelin.
Doğruluğu ve alçakgönüllülüğü amaç edinin.”
Levililer
Bölüm:26:19 “İnatçı gururunuzu
kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak.”
İncil
Efesliler
Bölüm:4:2 “Her bakımdan alçakgönüllü, yumuşak huylu, sabırlı olun. Birbirinize
sevgiyle, hoşgörüyle davranın.”
Markos
Bölüm:7:21-22 “Çünkü kötü düşünceler, fuhuş, hırsızlık, cinayet, zina,
açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık
içten, insanın yüreğinden kaynaklanır.”
Kıssadan
Hisse
Bir
zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud’un
kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş.
Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedarı
tayin edilmiş ve en kıymetli, en zarif mücevherler, birbirinden değerli taşlar
ona emanet edilir olmuş.
Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan
pek rahatsız olmuşlar. Haset ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir
mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler.
Bu duygular içinde, özelikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok
şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için
ellerinden geleni yapmışlar.
Bir
gün saraylının biri diğer bir saraylıya Sultanın duyacağı bir sesle, şöyle
seslenmiş: “Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Aslında her
gün gidiyor; hatta izinli günlerinde bile gidip orada saatlerce kalıyor. Onun
mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim” Sultan kulaklarına inanamamış.
“işin aslını kendi gözlerimle görmeliyim” demiş. Hazine dairesine gidip Ayaz’ı
gözlemek üzere duvara küçük bir delik yaptırıp, Ayaz’ın gelmesini beklemiş.
Derken Ayaz gelmiş. Sultan kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını
ve sandığa gittiğini görmüş. Köle Ayaz, sandığın önünde diz çökmüş, kapağı
usulca kaldırmış ve içinden bir bohça çıkarmış. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve
sonrada açmış. İçinden köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise çıkarmış.
Saraylı giysilerini çıkarıp bu elbiseyi giymiş ve sonra aynanın karşısına
geçmiş. Kendi kendine: “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim
olduğunu hatırlıyor musun?” diye sormuş. “Bir Hiçtin sen… Hepsi hepsi satılacak
bir köleydin ve Allah, Sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak
etmediğin nimetler lütfetti. İşte Ayaz, şimdi buradasın, ama asla nereden
geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara
sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla!”
demiş ve sandığı kapatmış, kilitlemiş, sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine
dairesinden çıkarken birden Sultanla yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayazın
yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle
düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş. “Bugüne kadar mücevherlerimin
hazinedarıydın, ama şimdi kalbimin hazinedarısın. Bana benim de önünde bir hiç
olduğum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiğinin dersini verdin”
Bu
hikâyeden ders çıkarmayı Allah hepimize nasip eylesin. Bizi kibirden, hasetten
uzak eylesin. Bizleri tevazudan ayırmasın. Amin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder