Alçakgönüllü



                İletişim araçlarındaki ve iletişimdeki mevcut gelişme, dünyamızın çeşitli kültürler, ırklar, dinler ve ideolojiler içerdiğini daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Küreselleşmeye ve homojenliğe yönelik eşlik eden çabalarına rağmen, dünyamız hala çoğulcu bir yapıdadır. Hoşgörü temel bir kavram olup, çoğulcu bir toplumun oluşmasında bir ön koşuldur. Bunun yanı sıra çoğulculuğun bakış açısına göre, çeşitli dini, kültürel ve ideolojik beklenti ve taahhütleri olan bir toplumda insanların eşit haklara sahip olduklarının altının çizilmesi gerekmektedir. Bu sebeple hiçbir toplumda hiçbir zaman değişmeyen ve semavi kutsallıkla bezenmiş, zaman zaman unutsak ta dünya durduğu sürece korunacak ve özellikle 4 kutsal kitaptan süzülen değerleri yeniden ele almayı, bu ve sonraki yazılarımda amaçladım.
                4 kutsal kitabın birçok yerinde bahsettiği ve mutabık kaldığı değerler; Alçakgönüllülük, Tefekkür etmek, Tevekkül, İftiradan çekinmek, Gösterişten ve iki yüzlülükten kaçınmak, Sevginin önemi, Güzel söz söylemek, Söylenen öğütlere uymak, İyilik, Bağışlayıcı olmak, Cimrilikten kaçınmak, İnfak etmek, Şükretmek, Öfkeden uzak durmak, Dua etmek, Tövbe etmek, Sabırlı olmak, Yalan söylememek, Zina yapmamak, Hırsızlık yapmamak, Anne-Babaya güzel davranmak. Bu yazımda Alçakgönüllülüğü yazacağım.
               
Alçakgönüllülük; meyveli ağacın dalları sarkmıştır adeta kendini küçültmektedir ve “görüyor musunuz bakın benim meyvelerim var” diyerek bağırmıyor, caka satmıyor. Ama kendini bilir, susar ve bekler. Alçak gönüllü insan da kendini bilir ve karşısındakini küçük görmez hor görmez hep sevgi ve saygıyla yaklaşır ve dost elini her zaman uzatır. Aslında kibir ve gururun karşıtıdır alçakgönüllülük, büyüklük taslamamaktır, ben dememektir. Karşıdakinin fikrine değer vermektir, onunda bir şeyler bildiğini hatta daha iyi biliyor olabileceğini düşünüp kabul etmektir. Bir mecliste ben büyüğüm diyerek başköşeye geçmek değildir alçakgönüllülük.
                624 yılında yapılan Bedir savaşında Hubab bin.Munzir isimli sahabe İslam ordusunu en uzak su kuyularına yerleştirmesinin yerine en yakın su kuyularına yerleşerek diğerlerinin kapatılmasının düşmana karşı üstünlük kazanılacağını peygamberimize söylemesi neticesinde her yönüyle örnek alacağımız peygamberimiz sahabenin dediğini uygulamıştır. Bu taktik savaşın gidişatında çok fayda sağlamıştır. Peygamberimiz hiçbir zaman “sen ne karışıyorsun”, “sana mı kaldı”, “aklını kendine sakla” dememiştir.
                Kibir bele bağlanan taş gibidir, onunla ne yüzülür, ne de uçulur.” der Hacı Bayram-ı VeIi.

                “Bazı insanlar alçakgönüllüdür. Bazıları ise, alçak olmaya gönüllüdür” diyor Necip Fazıl.
                Fransız yazar Andre Maurois ise “Büyük adam büyük olduğunu; fakat büyüklüğün, küçüklük olduğunu bilir.” der.
Dört kutsal kitap da bu hususta hemfikirdir ve uzlaşmaktadır. Şöyle ki;
Kuran-ı Kerim
                İsra suresi 24.ayette mealen “Onlara merhametle ve alçakgönüllülükle kol kanat ger. "Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster" diyerek dua et.”
                Araf suresi 206.ayette mealen “Rabbinin katında bulunanlar bile O’na kulluk etmek hususunda kibre kapılmazlar, O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.”
                Secde suresi 15.ayette mealen “Âyetlerimize gerçekten iman edenler ancak o kimselerdir ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve rablerini hamd ile tesbih ederler.”
                Bakara suresi 206.ayette mealen “Ona, "Allah’tan kork!" dense gururu kendisini günaha sürükler. Ona cehennem yeter! Orası ne kötü bir yataktır!”
Zebur
                Mezmurlar Bölüm:37:11 “Ama alçakgönüllüler ülkeyi miras alacak, Derin bir huzurun zevkini tadacak.”
                Süleyman'ın Özdeyişler Bölüm:8:13 “RAB'den korkmak kötülükten nefret etmek demektir. Kibirden, küstahlıktan, Kötü yoldan, sapık ağızdan nefret ederim.”
                Süleyman'ın Özdeyişler Bölüm:16:18 “Gururun ardından yıkım, Kibirli ruhun ardından da düşüş gelir.”
Tevrat
                Sefanya  Bölüm:2:3 “Ey RAB'bin ilkelerini yerine getirenler, Ülkedeki bütün alçakgönüllüler, RAB'be yönelin. Doğruluğu ve alçakgönüllülüğü amaç edinin.”
                Levililer Bölüm:26:19 “İnatçı gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak.”
İncil
                Efesliler Bölüm:4:2 “Her bakımdan alçakgönüllü, yumuşak huylu, sabırlı olun. Birbirinize sevgiyle, hoşgörüyle davranın.”
                Markos Bölüm:7:21-22 “Çünkü kötü düşünceler, fuhuş, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır.”

Kıssadan Hisse
                Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud’un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli, en zarif mücevherler, birbirinden değerli taşlar ona emanet edilir olmuş.
Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Haset ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özelikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.
                Bir gün saraylının biri diğer bir saraylıya Sultanın duyacağı bir sesle, şöyle seslenmiş: “Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Aslında her gün gidiyor; hatta izinli günlerinde bile gidip orada saatlerce kalıyor. Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim” Sultan kulaklarına inanamamış. “işin aslını kendi gözlerimle görmeliyim” demiş. Hazine dairesine gidip Ayaz’ı gözlemek üzere duvara küçük bir delik yaptırıp, Ayaz’ın gelmesini beklemiş. Derken Ayaz gelmiş. Sultan kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Köle Ayaz, sandığın önünde diz çökmüş, kapağı usulca kaldırmış ve içinden bir bohça çıkarmış. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonrada açmış. İçinden köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise çıkarmış. Saraylı giysilerini çıkarıp bu elbiseyi giymiş ve sonra aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine: “Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?” diye sormuş. “Bir Hiçtin sen… Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. İşte Ayaz, şimdi buradasın, ama asla nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla!” demiş ve sandığı kapatmış, kilitlemiş, sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultanla yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayazın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş. “Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi kalbimin hazinedarısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiğinin dersini verdin”
                Bu hikâyeden ders çıkarmayı Allah hepimize nasip eylesin. Bizi kibirden, hasetten uzak eylesin. Bizleri tevazudan ayırmasın. Amin.

Hiç yorum yok: